29 Aralık 2009 Salı

Mücadele

Bugün yolda yürürken dev bir fare resmi ile burun buruna geldim, yok öyle sevimli bir fare değil, bildiğiniz lağım faresi. Altında da kocaman bir yazı: "düşmanınızı tanıyın." Bir "haşere ile mücadele" şirketinin aracının üzerindeymiş. O ana kadar bir farenin benim düşmanım olduğunu hiç düşünmediğimi farkettim. Fare neden benim düşmanım olsun ki? Evet, yaşam alanımı bir fare ile paylaşmak istemeyebilirim ya da bir karafatma ile, yine de onlarla "mücadele etmek" ayrı bir konu.
Eğer herşey enerji ile başlıyorsa, mücadele etmek bir düşman var etmek demek... Siz birşeye karşı durmazsanız, o şey neden sizin karşınızda olsun ki?

Ben haşerelerle mücadele etmeyi uzun süre önce bıraktım. Bana bu dersi Ataşehir'deki sevgili evim vermişti. Orada yaşayan sevgili böcekler evin içinde yuvalanmıyor, ancak sürekli bizi ziyarete geliyorlardı. Yuvaları orada olmadığı için köklerini kurutmak da mümkün olmadı... En sonunda onlarla yaşamayı KABUL etmek zorunda kaldık...

Sonra İzmir'e taşındık... Yaşayanlar bilirler, buranın dev uçan karafatmaları meşhurdur mesela, ama bizim evimize gelmiyorlar, çünkü onlara karşı durmuyoruz... Köydeki evimizde ise envai çeşit örümcek ile birlikte yaşıyoruz... Savaşmıyoruz, sevişmiyoruz da... Sadece birbirimizi KABUL ediyoruz...

15 Aralık 2009 Salı

Çiftçilik ya da kontrol manyaklığı

İnsanlar kendilerini akışa bıraktıklarında karşılarına onlara en iyi gelecek fırsatlar çıkabiliyor. Son yağmurlar bana bunu düşündürdü. Ne alakası mı var? Şöyle: Biz yıllar süren profesyonel kariyerimizi bırakıp çiftçiliğe başladık 3 yıl önce.

İnsanlar, hele şehir insanları, hele plaza insanları herşeyi kontrol edebileceklerine inanır. Pek çok suçlanmanın ardında da bu inanç vardır.

- Yeterince iyi olsaydım,
- Bunları öngörebilseydim,
- Proaktif olabilseydim

bunlar olmazdı... Çağımız stresinin kökeninde yatan budur bence.

Oysa çok değişkenli bir dünyada yaşıyoruz. Herşeyi öngöremez, kontrol edemezsiniz. Bu bir illuzyon.

Annelik bile beni bu kontrol manyaklığından kurtarmaya yetmedi.

- Acaba üstünü daha kalın giydirseydim,
- Bugün okula göndermeseydim,
- Bir mandalina yedirebilseydim,
- Zamanında yatması için daha fazla ısrar etseydim

böyle olmaz mıydı?

Sürekli bu sorular dolanıyor aklımda..

Ancak insanın herşeyi kontrol edemeyeceğini öğrenebileceği en iyi yer DOĞA.

Doğa'ya ancak kısmen hükmedebilirsiniz, o da paralar dökerek. Kuraklık varsa su bulabilirsiniz, sel varsa set yapabilirsiniz, böcekleri ilaçlayabilirsiniz. Ama karşılığı çok fazla olabilir, hem maddi hem de manevi olarak.

Doğa bize teslimiyeti ve tevekkülü öğretir. Biz plaza kaçkınları, ona hükmetmek için tedbirler almaya çalışıp duruyoruz. Bu sene sulama, seneye budama, elimizden geldiği kadar. Oysa doğa bize hiç bilmediğimiz birşeyi öğretmeye çalışıyor: TESLİMİYETi ve KABULü.

Bunları öğrenmeye hazır mıyız? Bilemiyorum, ancak iyi bildiğim şey, bunları öğrenmek için en uygun yerde olduğumuz...

Ben akışa teslimim.
Ben herşeyi kontrol edemeyeceğimi kabul ediyorum.
Ben evrenin bana sunduklarını kabule hazırım.

9 Aralık 2009 Çarşamba

güven mevzuu

Neler gördük bu hayatta? Annesine güvenmeyen çocuklar, çocuğuna güvenmeyen anneler... Kitaplar, filmler, hayatlar dolusu...

Ne zaman başladı bu güvensizlik?
Daha dün kucağında süt içerken koşulsuz bir güven yok muydu aranızda?
Hangi anda koptu o bağ? Hangi anda kaybettiniz?
Yalan mı girdi aranıza, gerçekler mi?

Sahiplenme girdi...

sıfatlar

Sıfat derken, TDK'ya göre "Bir adı, nitelik, nicelik, yer, sıra vb. bakımından niteleyen, belirten kelime, ön ad" anlamını kastediyorum. Hatta benim bahsedeceğim sıfatlar kim olduğumuzla ilgili kendimize/ diğerlerine yapıştırdığımız sıfatlar: Zengin, güzel, yaşlı, problemli, vb...

Yüzyıllardır insanın kendine sorduğu soru var ya, en temel soru: "Ben kimim?" İşte bu soru ile doğrudan ilişkili sıfatlar. Dışardan nasıl göründüğünüzle, nasıl görünmek istediğinizle ilişkili olsa da, temelinde kim olmadığınızla ilişkili...

Kendimize/ başkalarına yakıştırdığımız herbir sıfat pek çok korkumuzu açığa vuruyor aslında. Ben kendim için yazmaya çalışayım:
- Yaşlı => yaşlanma, güçten düşme, yokolma
- Güzel => Beğenilme, sevilme, ait olma
- Başarılı => Güç, başarısızlık
- Kuvvetli, metanetli => Güç
- Zengin => har vurup harman savuran => muhtaç olma, israf

Ama özünde yani özümüzde, biz bu sıfatların hiçbiri değiliz. En klişe hali ile çıplak geldik, çıplak gideceğiz. Kendimizi/ başkalarını tanımlamakta kullandığımız tüm bu sıfatların da üzerimize giydiğimiz giysilerden hiçbir farkı yok.

Peki ben kimim o zaman?

Ben sevgiyim...

Ve birgün yüreğimde bunu hatırlamayı umudediyorum...

4 Aralık 2009 Cuma

sabitfikir


Bu aralar hep dilimde, herkese yaftayı yapıştırıveriyorum "sabitfikirli" diye... Eşimde, annemde, hatta ölmüş babamda... Oğluma bile diyorum: "Taktın mı takıyorsun, Deniz."
En sevdiğim alışveriş sitesinin adı bile sabitfikir (idefix).

Demek ki var bende birşeyler...

İçime sordum, "ben hangi konularda sabitfikirliyim?" diye, cevap geldi: "bildiğin konularda"

Evet, bildiğim konularda inatçılık ötesi sabitfikirliyimdir. Ama bilgi bile kesin değil ki aslında... Zaman içinde herşey değişiyor, bilgi de değişiyor... Dün doğru olan bilgi bugün değişmiş olabilir. Buna hiç pay bırakmıyorum sanırım. Dünden geçtim, 10 sene önceki bilgimle konuştuğum oluyor bazen... eeee, kızım, 10 yılda hiç mi birşey değişmedi. Karşındakine de bir pay ver. Onun da yaşadıkları, bildikleri, algıları var. Aynısını babam bana yapardı, çok kızardım. Tabii orada bir "kızının büyüdüğünü kabullenmeme" vardı. Demek ki, bu işin içinde bir de kendini yaşlı/ deneyimli/ üstün görme var. (Güçsüzlük korkusu)

Ben herşeyi bildiğimi iddia eden biri değilim. Ancak bildiğim şeylerde son derece iddialıyımdır. Bildiğimi iyi bilirim.

İşte işin özü bu cümlede yatıyor.

  • Ben bildiğimi de bilemeyeceğimi kabul ediyorum.
  • Benim bildiğim şeyleri başkalarının da bilebileceğini kabul ediyorum.
Daha bu 2. cümleyi yazarken egomdan itiraz cümleleri yükseliyor: "Ama bilmediğini bilmeyen o kadar çok insan var ki, hepsini dinlemek zaman kaybından başka birşey değil." Nasıl bir direnç anlatamam size... Bir duvar. Öğrenilmiş acizlik bu olsa gerek.

  • Ben insanları dinlemeye zaman ayırıyorum.
  • Ben herkesten öğrenebileceğim birşey olabileceğini kabul ediyorum.
  • Ben herkesle birim.
  • Ben kulaklarımı ve kalbimi insanlara açıyorum.
  • Ben varım ve dinleyerek varolmaya devam ediyorum.
Bu konu burada bitmez... Çok derinliği var hissediyorum...

1 Aralık 2009 Salı

başka dünyalar

Herkes kendi hayatının başrol oyuncusu. Bu da ister istemez olayları "ben-merkezli" algılamamıza neden oluyor... Hani hep duyarız ya:
- Çok ciddiye alıyorsun, bu kadar önemseme, kişisel alma falan gibi lafları, işte aynen bundan bahsediyorum.
Sizi gücendiren, üzen, kıran bazı olaylarla ilgili bazen yıllar sonra öyle birşey öğreniveriyorsunuz ki, kalakalıyor insan...
- Evet, yaa, gerçekten de benimle ilgili değilmiş, hatta o kadar ilgili değilmiş ki, benim alındığım husus aslında kocaman bir kürenin üzerindeki toz zerreciğiymiş.
Peki gerçek nerede? Tam da algıladığımız yerde.
Ama ben ne herşeye üzülen, kızan sinirlenen biri olmak istiyorum, ne de hiçbir şeyi takmayan, umursamayan biri.
Üstelik orta yolu bulmak da istemiyorum.
Ben sadece kürede toz zerreciği olduğumu unutmamak istiyorum ve de toz zerreciğinde küre...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...