16 Mayıs 2010 Pazar

Gıdalara kızmak

Sevgili ZSG, gıdalar konusundan dem vurmaya başladı son zamanlarda... Eski, kaybolmaya yüz tutmuş adetlerimizden biri sofra duaları mesela... onun sözlerinden aktarmak gerekirse: "Yemeği yemeden önce dua etme alışkanlığını yitirdik. Hayvan kesme konusunda şeriatın anlattıklarını hiçe sayıyoruz. Kendimizi herşeyin önünde ve hatta üstünde görüyoruz, sonra da tartışıyoruz.Yemekten önce verilen nimetlere kendilerini bizim bedenimize katkıda bulunmak için feda eden tüm besin maddelerine teşekkür etmek, başka yollar biliyorsa enerjisini temizlemek gerçek bir çözümdür. Ben Ho'oponopono eğitimi'nden önce şöyle dua ediyordum: Yüce Yaratan soframızı bereketli kıldın. Bizlere bunca bolluk ve bereket sunduğun için hamt OL'sun. Sevgili besin maddeleri sizler de tekamülünüzün kalan kısmına bizim bedenimizde devam etmeyi seçtiniz. Sizlere sonsuz teşekkürler. Sevgili su zerrecikleri, soframıza geldiniz ve bizleri şifalandırıyorsunuz. Teşekkür ediyoruz, varlığınızı onurlandırıyoruz, dünyamıza gereğince ve kesintisizce gelmeye devam ettiğiniz için minnet duyuyoruz. İsteyen herkesin sofrası bereketli OL'sun, ve ÖYLE'dir, afiyet OL'sun. Çok işe yarıyordu."

Ben bunu çok mantıklı buldum ve yemek hazırlarken uygulamaya karar verdim. Ancak farkettim ki, hiç hatırlamıyorum bunu yapmayı, her defasında unutuyorum. Sordum neden olabilir diye, "onlara kızgın olabilirsin" demiş ZSG. Olabilir.

İçime sordum: "ben neden unutuyorum sofra duasını?" diye:
"Utanıyorsun" dedi, "eski fikirli görünmekten, tutucu algılanmaktan..."
Ben kendime tutucu algılanma izni veriyorum. Ben kendime yargılanma izni veriyorum.
Ben kimseye kendimi açıklamak zorunda olmadığımı kabul ediyorum.
- Peki gıdalara kızgın olabilir miyim?
- Kilo verme işini gıdalara fazla bağladın dedi.
Ben gıdaları "kilo aldırıcı materyaller" olarak görmeyi bırakıyorum.
Ben gıdaları besin maddeleri olarak kabul ediyorum. Onları görüyorum ve seviyorum. Gıdaların varlığına şükrediyorum, onları onurlandırıyorum. Ben her türlü gıdaya izinliyim. Yüksek titreşimli gıdaları içime almayı tercih ediyorum. Yediğim her türlü gıdayı sevgiyle kabul ediyorum. Ben şişman olmaya izinliyim, formda olmayı ve formda kalmayı tercih ediyorum.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Anneler günü

Bir anneler günü daha geçti. Benim 4. anneler günüm. Bu yazımın içinde "anneler kutsaldır." tarzında birşey bulamayacaksınız. Her anneler günümde düşünürüm, anneliğe yüklediğimiz yükleri. Şöyle bir tarayalım lügatımızı... Anneleri nasıl tanımlamışız yıllarca:
  • Anneler kutsaldır.
  • Anneler fedakardır.
  • Yemez yedirir.
  • Annenin gönlü geniştir.
  • Anneler en iyisini bilir.
  • Anneler herşeyi görür.
  • Anneler sabırlıdır.
Özetle anneler insan değildir, süper bir varlıktır. Eh, tabii, bir anne olarak çok da yalanlayamayacağım bunu, ama yine de üzerimize büyük bir yük aldığımız kesin. Her an tetikte olacaksın, çocuğunu herşeyden, ama özellikle de kendinden önde tutacaksın. Hele herşeyin en iyisini bileceksin... Aman Allah'ım... Ya bilemezsem, ya yanlış düşünüyorsam, ya sezgilerim beni yanıltıyorsa...
Ne büyük bir suçlanma korkusunu tetikliyor bu zihin modelleri...
Ben herşeyin en iyisini bilemeyeceğimi kabul ediyorum.
Ben her zaman herşeyi öngöremeyeceğimi kabul ediyorum.
Ben her durumda çocuğum da olsa en güzel hisleri hissedemeyebileceğimi kabul ediyorum.
Ben kutsal olmak yerine sıradan olmayı kabul ediyorum.

Annelik klişelerinin bir başka boyutu da tabii ki çocuğumuza yüklediklerimiz... Ben seni büyüttüm, yemedim yedirdim, geceleri başında nöbet bekledim... onun için bana borçlusun... Çocuk olarak çoğumuzun (özellikle de genç ergen yaşlarımızda) söylediğimiz de bu değil midir?
"Yapmasaydın..."

Herkes gibi oğlumun da kendi seçimlerini yapma özgürlüğü var. Bana rağmen. Ben ona bu izni vermeye niyet ediyorum. Daha doğrusu kendime oğlumun özgürlüklerini görme izni veriyorum.
Herkesin kendi seçimini yaşayacağını kabul ediyorum. Kendimi ve oğlumu annelik adı altında gizli yüklerden serbest bırakıyorum.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Yaşamın Merkezi

Takıldı kafama? Yaşamımızın merkezinde ne var? Düşündüm taşındım, arkadaşlara danıştım. Halka açık mecralardan derin yanıtlar beklemiyorum tabii, ama en azından ideal'i yakalarım diye düşünmüştüm. Pek çok arkadaşım yaşamının merkezinde çekirdek ailesinin olduğunu ya da olması gerektiğini belirtmiş. Bir adım ileri gidenler, yaşamlarının merkezinde "Ben"in olması gerektiğini söylemişler... Tatmin olmadım.

Önce "yaşamın merkezi nedir?" onu tanımlamaya çalışalım. Hayatınızı yöneten, eylemlerinizin amacı, günlük düşünce enerjinizin büyük yüzdesini harcadığınız yerdir? Bilemiyorum doğru oldu mu bu tanımlama?

Hemen şu soru geliyor aklıma. Eğer yaşamımızın merkezinde çocuğumuz varsa, o birşey istediği zaman, önemli olmayan, ama onu mutlu edecek birşey, işi kırıp onun o isteğini yerine getiriyor muyuz? Ya da biz varsak merkezde, kendimize kaç defa canımız yataktan çıkmak istemediği için işe gitmeme izni veriyoruz mesela? Ya da bütün gün hiçbir şey yapmayıp sadece kitap okumak ya da maniküre gitmek?

"Ama sorumluluklarımız var." dediğinizi duyar gibiyim. "Acil bir durum olsa, tabii ki çocuğumun yanında olurum, ama öylesine birşey için..." falan... Öyle tabii... Ama neden? Neden işe gitmek daha gerekli?
- Çünkü para kazanmam lazım
- Çünkü çocuğumun geleceğini garanti altına almam lazım
- Çünkü para kazanmazsam aç kalırım
- Çünkü işe gitmezsem patrondan azar işitirim...

Evet, bir sürü "geçerli" nedenimiz var yaşamımızın merkezinde olduğunu iddia ettiğimiz çocuğumuzun/ ben'in yanında olmamak için... Peki aslında bu nedenler nedir?
KORKULARIMIZ... KORKULARIMIZ... KORKULARIMIZ...

Farkettim ki, benim yaşamımın merkezinde korkularım var. Beni onlar yönetiyor, hayatıma onlar şekil veriyor, görünürde "en çok istediklerimi" onlar engelliyor.

Peki korkularımı temizlersem yaşamımın merkezinde ne olacak?
SEVGİ ve AN sanırım... Sevgili Ayşe'nin öngördüğü gibi AN olacak yaşamımızın merkezinde...
Hadi hayır OL'sun.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...