26 Haziran 2014 Perşembe

Beni bağlamaz

Ne yazık ki, artık hiçbir şeye ağzım dolu dolu "Beni bağlamaz" diyemiyorum... Her şeyden ben sorumluyum, biliyorum çünkü... Görüyorsam, duyuyorsam, hissediyorsam bu benim suçum EVET... Var OLan her şey benim bir parçam... Hepsi ben yarattığım için orada... Bana bir şey göstermek, bir şey anlatmak için... Üstelik bunu KABUL etmem de yeterli değil. "Evet, suçluysam suçluyum, ne yapalım?" deyip bir kenara çekilme zamanı değil. Yüreğimde yer açmam, o kısmı aydınlatmam, anlamam, hatta sevmem gerekiyor.

Kulağını tıkayıp gözünü kapayıp susup oturmak yetmiyor artık, üç maymunun modası geçti.

Korunmak da yeterli değil, uyumlanmak lazım, alışmak değil de tam olarak, BİLMEK işte biraz...

BİRLİK'e giden yol burada, görüyorum, duyuyorum, hissediyorum... Çünkü gördüğüm, duyduğum, hissettiğim her şey zaten YOL. Sırada o yolda akmak var...

Biraz da Ho'oponopono işte... Seni seviyorum, sana teşekkür ediyorum, beni affet... Dinle, fark et, dönüştür diğer bir değişle...

Her neyse "ignorance is bliss" demiş ya... Maalesef, artık geçerli değil...

Beni bağlar...

18 Haziran 2014 Çarşamba

Hatırla

Bu akşam bir soru geldi aklıma: "Tamamen özgür olmak nasıl bir şeydir acaba?"

Tamamen özgür? Ne demek ki şimdi? İlişkilerden, bağlardan, kurallardan, kurumlardan... Dışımda olan şeylerden kopmak mı? Bununla bitmez ki? Düşüncelerden, sorumluluklardan, bağımlılıklardan, endişelerden, zihnimden, duygulardan...

Tamamen özgür? Acaba gerçekten dilenecek bir şey mi "tamamen" özgür olmak? Ya da "kısmen" özgürlük diye bir şey var mı? Biraz özgür?

Eğer yukarıda saydıklarımın olmadığı bir durumsa bir koma hali midir tamamen özgürlük?

Uçabilmek midir ya da... Mekandan özgürlük...

Tamamen özgür olabilmek için sonsuz ve sınırsız seçenekler nelerdir?

Uçtum mu ben?

16 Haziran 2014 Pazartesi

Kendim İçin Limonlu Kek

Bu sene çok çalıştım, gerçekten çok çalıştım. Hem de sadece bedenimle ve zihnimle değil, yüreğimle de çalıştım. Sanırım bu anlamda, 23 yıllık profesyonel çalışma hayatımın tepe noktasıdır bu sene...

Dün, yani pazar günü, uzun süredir ilk defa çalışmadığım, ama "yapmak zorunda" olduğum şeylerin de olmadığı ilk pazardı. Dışarıdan bakıldığında belki de diğer Pazar'larımla aynı olmuş olabilir, ama benim içimde çok değişik bir pazardı, çünkü yaptığım her şeyi kendim için yaptığım, daha da önemlisi, taaa içimde, yüreğimde bunu HAK ettiğimi düşündüğüm ilk tatil günümdü.

-meli, -malı'ların olmadığı, yapılan her eylemin görev icabı değil de kendim için, içimden geldiği zamanda ve içimden geldiği şekilde yapıldığı bir gündü... Kendim için limonlu, haşhaş tohumlu harika bir kek yaptım, oğlum da severek yedi... Kendim için yemek yaptım, eşim de yedi... Kendim için kitap okudum, film seyrettim... Tam istediğim zamanda ve tam istediğim şekilde...

Bu duyguyu anlatmam çok zor... Sanırım "Kendim için bir şey yaptımsa" yazımda yapmak istediklerime, ancak 3 yıl sonra ulaşmışım... Ne güzel yürümek, yürürken de bir yerlere ulaştığını FARK edebilmek...

Bu küçücük farkındalık AN'ları değil mi bizi YOL'da tutan?

10 Haziran 2014 Salı

Yağmurda ıslanmak

"Hayat, fırtınada sığınak bulup beklemek değil, yağmurda dans etmesini öğrenmektir." demiş, Sherrilyn Kenyon bir kitabında...

Şimdi tabii, hayatta bize öğretilen bazı şeyler var, bazı durumlarda çok doğru ve kullanılması gereken, ama bazı durumlara da hiç uymayan, aslında düşünmeden, sadece öyle öğrendiğimiz için, "zaten hep öyle olduğu için" yaptığımız...

Yağmur yağdığında bir sığınak bulup yağmurun dinmesini beklemek de bunlardan biri... Yıllarca, özellikle öğrencilik yıllarımda uzun otobüs - minibüs yolculukları ve yokuş yukarı yürüyüşlerle okuluma/ evime ulaştığım için en büyük özlemlerimden biriydi, yağmurda kaçmadan, ıslanarak ve bunun keyfini alarak yürümek... Ama ne mümkün... Islanırsanız nerede kuruyacaksınız, ya arkasından sert bir rüzgar da başlarsa, donup üşütmek, hasta olmak gibi bir "lüksümüz" mü var ki? Hiç yağmur yağmasın isterdik onun için... Hele o sucuk gibi ıslandıktan sonra rutubet kokusundan dumanı tüten otobüslerde yolculuk etmek, saçından sular damlarken... Rezalet... Günümüzün kliması had safhada çalışan güneşli günlerde bile adamı donduran otobüslerinden değildiler en azından, buna da şükür :)

Hep özendim yağmur altında rahatça yürümeye de, bir defa olsun bir hafta sonu evde otururken "yağmur başladı" diye sevinip giyinip yürüyüşe de çıkmadım... Nasıl bir özenme ise bu?

Yoksa sudan korkuyor muydum aslında? Hani evleri su basması, sel alması falan mıydı acaba bu ıslanma korkusunun altında yatan? Oturduğumuz evlerden biri zemin kattı ve sokakta, tam önündeki gider tıkandığı için sürekli yağmur yağdı mı evi su basardı. Babam gece gece sokağa çıkıp elini mazgaldan sokup giderin içini temizlemek zorunda kalırdı annem kapıların altını havlular ile sağlamlaştırmaya çalışırken...

Sonra çiftçilik yıllarımız başladı... O zaman anladım tabii yağmurun değerini... İlkbahar yağmurları ile doğanın yemyeşil uyanışı, sonbahar yağmurları ile zeytinlerin dolgunlaşması yaşama sevincimi perçinledi... Suyun bolluk demek olduğunu anladım bir yandan... Bu arada evimiz köy eviydi ve yağmur yağdığında çatısı akıyordu... Gece yağmur başladığında kalkıp kovalar koyuyorduk yerlere, ama çok keyif alıyordum bu durumdan... Çok eğlenceli geliyordu bana gece su damlası kovalamacaları...

Yine de su ile tam barışamadığım bir şeyler vardı ki hala, şimdi balkonumdaki lambadan damlıyor su çok yağmur yağdığında, iş yerimde boru patlamış duvarın içinde, tesisat yenilendi yakın zamanda... Anlamadığım ne var diye soruyorum kendime: "Kendi bolluğunu KABUL et." diyor bir yandan, bir yandan da "Kendi yıkıcılığını da KABUL et." Suyun iki yanı bir arada, tıpkı insanlar gibi...

Biri "yaşasın yağmur yağdı, ekinler coşacak" diye sevinirken, bir diğeri "eyvah, bu gece evimi sel basar mı?" diye endişeleniyor aynı anda...

Hem YAPICI hem de YIKICI, tıpkı benim gibi... Önemli olan benim bunu NASIL değerlendirdiğim, NASIL yönlendirdiğim ve NASIL yönettiğim...

Bu nedenle geçen akşam, iş çıkışı eve yürürken başlayan çılgın yağmur çılgınlığını taşıdı bana... Herkes kafasını sokacak bir sığınak bulup beklerken, ben gülümseyerek yürüdüm yağmurun altında, şemsiyem bile yoktu üstelik... Yağmur şiddetini arttırdıkça benim gülümsemem arttı, insanlar bana bakıp şaşırdıkça arttı... Eve donuma kadar ıslanmış ama çok mutlu bir halde ulaştım. HAMD olsun...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...